Veysel’in de dediği gibi “Uzun ince bir yoldayım.” Yoldayız hepimiz sürekli devam eden, bitmeyen bir yoldayız. Bu yolda sürekli birbirinden farklı, benzeyen bir sürü insanlarla kesişse de devam eden bir yoldayız.
Yolculuğumuza ya onlarla ya da onlardan ayrılarak devam ediyoruz. Upuzun sürüp giden bu yolda bir çok kişiye eşlik ediyor ve yahut eşlik ediliyoruz. Kimiyle yolları ayırırken kimiyle yola devam ediyoruz, bir sonraki yol ayrımına kadar. Yol baki kalırken yol arkadaşları, mekan, zaman değişiyor. Değişmeyen yol ve kendimiz oluyoruz. Ama çoğunlukla farkında olmuyoruz devamlılığın yol olduğunu, kesişimlerin yanılttığını. Hatta bazen öyle ki o kesişimde kalacakmışız gibi geliyor. O anda o yerde kalacağız yanılgısına kapılıyoruz. Oysa ki yol bu devam ediyor, uzun bitmiyor, gidiyor. Murathan Mungan’ın da dediği gibi “Yürüyüp geçeceksin, hep yürüyüp geçeceksin. Ben öyle yaptım. Hep yürüdüm. Herkesin her şeyi anlamasını bekleyemezsin. Sen yürüyüp gideceksin. Anlayan anlayacak, anlamayan anlamayacak; dünyanın hepsine yetişemezsin ki!” Yetişememek bir yana dursun, bir başkasını bekletip, bir başkasının yoluna geç kalmasına sebep oluyoruz. Bir yol düşünelim, trafiğe açık. Yol ve araçlar. Trafikte yolun ortasında durduğumuzu veya birinin durduğunu düşünelim. Burası benim diyor. Bana ait. Trafik tıkandı, herkesin yolundan ettik, edildik. Geç kaldık. geç kalındık. Oysaki farkında değiliz yolda olduğumuzun, sanki her durakta bitmiş gibi davranıyoruz, oysa bitme yok, devam ediyor sürekli, durmuyor.
Kendimize mesken edinmeye çalışıyoruz yolun ortasını, buna inandırıp hayal kuruyoruz sonra. Yol bu ortasına mesken kuramazsın, mecburen gideceksin. Bu kez mesken kuramayacağını anlayıp yolun devam ettiğinin farkında olunca hayal kırıklığı oluşuyor. Sonra ne mi oluyor, o hayal kırıklığıyla geçtiğin yolun güzelliğini görmüyorsun. O yol gidiyor öyle farkında olmadan geçip gidiyor. Akıp giden yol ve ardında bıraktıkların, takılıp kaldıkların, kayıpların ve ilerlediğin yolun farkında olmadan önündeki yolu mahvetmiş oluyoruz. Ardında bıraktıklarımızdan önünü göremeyen sürekli kaza yapan araçlar gibi bir hal alıyoruz. Hareket baki olduğunun farkında olmadan sanki o anda kalabiliyor ve kurtarma şansı varmış gibi davranıyoruz. Oysaki geride kaldı, vedalaşıp, bırakıp önününe bakma zamanı. Hayatın tüm hazzını alarak. Keşke bir bilsek yolda olduğumuzu, sürekli devam ettiğini, bitmediğini, gecikmeden, geciktirmeden devam etmenin gerekliliğini. Belki daha mutlu daha farkında ve görerek, tadını çıkararak yürürüz, devam ederiz, yolculuk ederiz, ne güzel yollar yürüdüm deriz, hiçbir şey kaçırmadan.
Çevremize baksak bile yeterli aslında. Başka hangi canlı böyle davranıyor? Ki, hayvanlar içgüdüsel davranmalarına rağmen, en ilkel hislerle bile yaşamalarına rağmen yine de bir mesken edinme gayeleri yok. Aslında bir tabiat kanunu bence. Bir akış içindeyiz, bir nehir gibi akan suyun tanecikleriyiz, akıp gidiyoruz bazen belki bir çukura dolsak bile bir yerden sonra başka akan su ile taşıp tekrar akıntıya takılıp gidiyoruz. Doğamız bu tüm canlılar gibi yaşıyoruz.
Yaşamak süreklilik demek, durmak değil, beklemek değil,kalmak değil süreklilik, hareket hali demek. Gündüz tüm gün, aylarca yıllarca kalabiliyor mu? Kutuplarda bile 6 ay sonra gece oluyor. Ya da bir anı durdurabiliyor muyuz? Asla geride kalmıyor, akıp gidiyor. Tamamen ardımızda. Yolda yürürken arkamızda kalan yol gibi. Tomris’in dediği gibi; “Yaşamak, gitmek demek onun için. Yeryüzü, iki deniz arasında bir nokta demek, iki kent arasında bir istasyon.” Yaşamak demek gitmek. Yürümek, koşmak. Ama asla durmak, kalmak, çakılmak değil. Ardında bırakmak ilerleme hali. Yaşamak ardında bıraktıklarından ibaret. Geride bıraktıkların, önünde gideceğin yolların. Durduğun bir istasyon, park anı değil. Anlar gibi geride kalanlar onlar.

Gitmek ama gidememek..
BeğenBeğen